
Çok ama çok farklı bir kitap. Genel olarak, Avrupa'nın yaşam biçimine olumsuz bir eleştiri niteliğinde. Kitapta birçok kez geçen "papalagi" terimi, beyaz adam terimini anlatıyor ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse papalagi ''göğü delen ''anlamına gelir. ''Samoa'ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti.'' Kitapta kabile reisinin(Tuiavii) gözüyle; Avrupalının saati, zamanı ,yaşayış tarzı ,aslında ne kadar gereksiz çok şeye sahip olmaya çalıştığı, şehir hayatı, paraya atfettiği değeri, makinalaşması ve her şeyden önemlisi insanları kendilerinden koparan, düzmeceliğe ve doğal dışılığa sürükleyen Avrupa kültürü eleştiriliyor. Okuduktan sonra kendimden, yaşam şeklimizden, değer verdiğimiz şeylerden utandım desem yeridir. Papalagi'nin etini örtmesi, çeşit çeşit kılıfları ve onun verdiği rahatsızlık hakkında, evlerimiz(yaşadığımız kutular) hakkında taşların arasına sıkışmış Papalagiler, paraya verilen değer, değer verdiği şeyler, zamanı dilimlere ayırması, makineler, meslekler hakkında ve daha birçok ''Papalagi şeyleri'' ile ilgili düşüncelerini anlatan kabile reisinin cümleleri ''Ne yapıyoruz biz?'' dedirten nitelikte ve çok haklı. Bana farklı bir bakış açısı kazandırdı. Dışardan bir göz gibi bakıldığında ne kadar saçma değerlerimizin olduğunu fark ettim. Çünkü doğayla iç içe bir insanın bizim kültürümüze hangi gözle baktığını öğrenmek ve belki de bunlardan uzaklaşmak en iyisidir.
Kitaptan Alıntılar:
''Papalagi'nin gövdesi, başından ayak parmaklarının ucuna değin çeşitli örtüler, hasırlar ve derilerle kaplıdır.''
''(Papalagi) Ruhunu yuvarlak metal ve ağır kağıda adamıştır. Hiçbir şeyle yetinmez. Gözü doymak bilmez.''
''Az şeyi olan kendine yoksul der ve üzülür. Bizim gibi döşeği ve yemek kabından başka bir şeyi olmayıp da, gözleri bizim gibi parıldayan, şarkı söyleyen tek bir Papalagi yoktur.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder