
Romanda, varlıklı bir adamın satın aldığı doğal zenginliklerle dolu küçük bir adada, kendi kaynaklarıyla geçinen 40 evden oluşan bir topluluğun arasında darbeci bir devlet başkanının yerleşmesiyle yaşanan kurgusal olaylar anlatılır; çevreci ve siyasi mesajlar verilir.
Emeklilik yıllarını sakin bir yerde geçirmek isteyen darbeci başkan, herkesin cennet olarak betimlediği bir adaya yerleşiyor. Ada, herkesin yönetime katılmasıyla yönetilen bir yer ancak başkan, adayı tek başına ve bildiği gibi yönetmek istiyor. Bunun için öncelikle kendini oy çokluğuyla başkan seçtiriyor ve her şeyi değiştirmeye başlıyor. Başta ada, sonra martılar, daha sonra da insanlar değişmeye başlıyor. Ancak değişmeyenler de var. İşte onlar, adanın eski düzenini savunanlar ve martılar. İsimler yok romanda. Kapı numaraları var. Ayrıca kitapta sürekli vurgulanan şey de şu ki martılar bu adanın eski, gerçek sahipleri. Kitabı bitirmeden elimden bırakmam mümkün olmadı. Başkanın gelmesiyle başlayan olaylar zincirinin ardı arkası kesilmiyor. Felaketler... Kitap sonuyla bir tokat atıyor resmen. Boşluğa düştüğümü söyleyebilirim. Hem bazı şeyler tanıdık geliyor. Kahramanlar, olaylar... Her şeyden önce doğayla savaşmanın insanın kendisiyle savaşıp kendisini yok etmesi demek olduğunu söylüyor kitap. Ayrıca romanda beni en çok etkileyen şeylerden biri de başkanın demokrasi, medeniyet diye başlayıp ölüm ve şiddetle biten sözleri oldu. Bakkalın hiç konuşmayan kambur oğlu ise, tüm merhameti ve kararlılığı ile büyük bir çığlık atıyor sona gelindiğinde. Bir çığlığın ne kadar vurucu ne kadar yaralayıcı olabileceğini gösteren romandır aynı zamanda Son Ada.
Sona Ada İçin Bazı Eleştiriler:
“Livaneli’nin bu benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle karşı karşıya... Yazar bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Mutlaka okunmalı.”
Prof. Lenore Martin, Harvard Üniversitesi
“Romanı bitirdiğinizde, bir yurdu yok eden kişilerin, küçük bir adayı da kolaylıkla yok etmesinin doğal olduğunu anlıyorsunuz.”
Hasan Akarsu
Kitaptan Alıntılar:
“Zaten bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur”
“Hiçbirimizin yaşadığı dünyaya gözlerini bu kadar kapamaya hakkı yok”
''Başkentten bir yönetici atanamayacak kadar küçük bir yerleşim birimiydi adamız. Bizi göz ardı etmişlerdi. Ah unutulmuşluk, ah terk edilmişlik, ah yalnızlık! Meğer ne değerli kavramlarmış bunlar. O dingin hayatlarımız için ne kadar gerekliymiş...."
''Başkan'ın hayatımızdaki varlığını her geçen gün biraz daha hissetmemize karşın, biz olayları görmemeyi, her zamanki saf tavrımızla gelişmeleri iyiye yormayı sürdürüyorduk.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder